Nâzım Hikmet ve Türk Yurttaşlığı
Atilla COŞKUN
Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın Nâzım Hikmet’in yurttaşlıktan çıkarılmasına ilişkin 1951 tarihli Bakanlar Kurulu Kararının geri alınması yönündeki önerisini dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in benimseyerek Bakanlar Kurulunun gündemine getirmek istemesi, hükümet içerisinde ciddi bir sorun oldu.
Hükümetin DSP ve ANAP’lı bakanları, Nâzım Hikmet’in yurttaşlığı konusuna olumlu yaklaşıyor. Ancak MHP’li bakanların çoğunluğu gelişmeler karşısında suskun kalmayı yeğliyor; tutumlarını açıklayanlar ise son derece olumsuz görünüyor. Hatta iki bakan, aktif bir tutumla, karşı kamuoyu oluşturma çabasına kalkıştılar. Hemen her gün bir televizyon kanalında boy gösteriyor, konuşuyor, açıklamada bulunuyor.
Nâzım Hikmet’in Türk Yurttaşlığına Gereksinimi Yoktur!…
Önce, bir gerçeği aydınlatmak gerekiyor.
Nâzım Hikmet, dünyanın tanıdığı bir şair. Büyük bir sanatçıdır. Türk dilinin önde gelen şairlerinden. Aziz Nesin’in deyişi ile, Türkçe’nin en büyük ustası. Dünyanın büyük kültür ve sanat ansiklopedilerinde, Nâzım Hikmet Türk Şairi olarak anılmaktadır. Kitapları, 60 dile çevrilen tek Türk şairidir. Dünya barış ödülünü alan ilk Türk sanatçısıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin, Nâzım’ı Türk yurttaşı olarak kabul edip etmemesi, bu değerlendirmeleri hiçbir biçimde etkilememektedir.
Nitekim Azerbaycan Kültür Bakanı, Nâzım Hikmet’in Türk yurttaşlığı tartışmalarının yoğunlaştığı bir sırada (17 Şubat 2001 Cuma günü) televizyon kameraları karşısında, net bir açıklamada bulundu: Siz Nâzım Hikmet’in yurttaşlığını kabul etmeseniz de, o bizim şairimiz, Türk dilinin, Türkçe’nin en büyük şairidir.
Benzer bir değerlendirme dünyanın bir başka coğrafyasından, Rusya’dan Rus Türk İşadamları Birliği’nden geldi: ” Ünlü şairimizin Rusya’da yarattığı olumlu Türk imajının, bu ülkedeki her türlü ulusal etkinliğimize yardımcı olduğuna dikkat çekmek isteriz.”
MHP’li bakanlar ne derse desin, işin gerçeği bu.
Nâzım Hikmet, dünya gözünde Türk Şairidir, Türk yurttaşı olmamış ne yazar ki?
Evet, Nâzım Hikmet’in Türk yurttaşlığına gereksinimi yoktur. O, Türkiye’nin sınırlarını aşmış, Türk kültürünü dünyanın diğer coğrafyalarına taşımış, evrenselleştirmiş bir sanatçıdır…
O bir Türk Şairidir. Türk Şairi olarak anılması için, Türk yurttaşlığına ya da Türk pasaportuna gereksinimi yoktur!.. O şiiri ile kimliğini kanıtlamaktadır!..
Bu gerçek, Nâzım’ın şu dizelerinde özlü bir anlatımla yansıyor:
Türküler söylendikçe Türk diliyle
Seni seviyorum gülüm, dendikçe Türk Diliyle
Türk diliyle gülünüp
Türk Diliyle ağıtlar yakıldıkça, Adnan Bey,
Ben anılacağım,
Evet, artık gerçeği sizler de görün sayın siyasetçilerimiz:
Nâzım Hikmet Türk Şairi kimliği ile yaşamaya devam ediyor hala!…
Ayırdında mıyız, Dünya Değişiyor!…
Gelişen teknoloji ve üretim güçlerinin yaşadığı büyük gelişme, tüm ülkeleri birbirine yakınlaştırıyor, değişik coğrafyalar ve toplumlar arasında kopmaz bağlar oluşuyor.
Soğuk savaş dönemi bitti. Dünya yeni bir değişim sürecini yaşıyor. İnsan hakları ve demokrasi değerleri, her geçen gün dünyanın yeni coğrafyalarında etkin oluyor. Demokrasi ve insan hakları değerleri, ulusal sınırları tanımıyor, bu anlamda dünya tek bir ülke kimliği kazanıyor, insan hakları gibi pek çok konu, ülkelerin iç işi olmaktan çıkıyor.
Dünyanın değişen koşulları, egemen siyasal iktidarların niteliğine bakmaksızın tüm ülkeleri demokratikleşmeye zorluyor, antidemokratik gelişmelere izin vermiyor.
İşte, Avusturya seçimleri ve Avusturya Cumhurbaşkanının başına gelenler.
Türkiye de bu süreci yaşıyor, dünyadaki değişimden payına düşeni üstleniyor.
Türkiye’de tüm siyasi partiler, özellikle de iktidar partilerinin uygulamaları, bu sürecin canlı ve somut örneğini oluşturuyor. Seçim meydanlarındaki sözlerin yerine getirilemediği görülüyor, çünkü yaşam kendi gerçeğini dayatıyor ve uygulatıyor.
Ayırdında mıyız, dünya değişiyor!…
Nâzım Hikmet’le ile ilgili olarak da aynı gelişme yasası geçerliğini koruyor kuşkusuz.
Birinci baskısını 1989 yılında yayımladığım “Nâzım’ın Siyasal Yaşamı ve Davaları” adlı kitabımın Önsöz’ünde şöyle deniyor: “Nâzım’a veya siyası düşünce ve inancı ne yönde olursa olsun tüm sanatçılarımıza ve ulusal değerlerimize sahip çıkma yönünde doğru ve demokratik bir anlayış da giderek gelişiyor. Çünkü çağdaş gelişmeler ve demokrasi bilinci bunu gerektiriyor. Kuşkusuz bu gelişme, yasakçı-antidemokratik tutumları da yumuşatıyor, geriletiyor.”
Gerçekten de öyle. Devletin Nâzım’a koyduğu ağır yasak, bugün artık geçersiz. Nâzım’ın tüm kitapları yayımlanıyor, şiirleri radyo ve televizyon kanallarında okunuyor. Devlet tiyatroları ve birçok özel tiyatro oyunlarını sahneliyor, resimleri sergileniyor, şiirleri şarkılaştırılıyor ve besteleniyor.
Evet, Nâzım’a yönelik uygulamalar gözle görünür ölçüde değişiyor…
Nâzım’ın yurttaşlık konusu bu gelişme sürecinin dışında mı kalacak?…
Elbette ki Hayır!..
Nâzım’ın yurttaşlığının kaybettirilmesine ilişkin 1951 tarihli Bakanlar Kurulu’nun kararı, hukuk dışıdır, antidemokratiktir ve Türkiye’nin bugün de yaşayan bir utancıdır. O nedenle, Nâzım’ın yurttaşlığı somutunda yaşanan bu ayıp, Türkiye’nin demokratikleşmesi sürecinin aşması gereken bir sorun olarak masanın üzerindedir. Soğuk savaş dönemi koşullarının yol açtığı antidemokratik, baskıcı ve hukuk dışı yasaların ve uygulamaların kaldırılması, geleceğe umutla bakmak ve geçmişiyle barışmak isteyen bir toplumun, en doğal beklentisi ve isteğidir.. O nedenle de aşılması gerekiyor.
Ve son bir nokta:
Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Genel Sekreteri Kıymet Coşkun’un basın açıklamasında dile getirdiği gibi, “Dünyanın değişen koşulları, egemen siyasal iktidarların niteliğine bakmaksızın tüm ülkeleri demokratikleşmeye zorlamaktadır. Türkiye bu koşulların dışında değildir. Er ya da geç, Nâzım Hikmet ile ilgili bu utanç verici karar kaldırılacak ve Türkiye bu ayıptan kurtulacaktır.”
Evet, bu sorun Nâzım Hikmet’in değil, Türkiye’nin sorunudur ve çözülmesi gerekmektedir.
Nâzım Hikmet, Türk yurttaşlığından hangi nedenlerle ve niçin çıkarıldı?
Önce, o günlerin politik havasını şöyle bir hatırlayalım.
Nâzım Hikmet Türk yurttaşlığından 1951 yılında çıkarıldı.
O yıllarda, Amerika ve Sovyetler Birliği arasında son derece ciddi bir gerilim yaşanmaktadır. Soğuk savaş politikalarının gündeme geldiği bir dönemdir bu yıllar.
Dünya ölçeğinde etkin güç ABD’dir. Türkiye Amerika’nın ittifaklar sistemi içerisinde yer almaktadır. Sovyetler Birliği’ne karşı son derece duyarlı bir politika izlemektedir. Amerikan Kongresi’nin Soruşturma Komisyonu uygulamaları, Amerikan ittifaklar sistemi içerisindeki tüm ülkelerde ve doğal olarak Türkiye’de örnek alınmakta ve taklit edilmektedir. Yani, McCarthy’cilik tüm ağırlığı ile egemendir.
Türkiye’de Demokrat Parti iktidarı kurulmuş, tek parti dönemi sona ermiştir. Ama özgürlük gelmemiştir. Baskıcı uygulamalar sürmektedir. Amerika’nın isteklerine uygun bir politik çizgi izlenmeye başlanmıştır. Demokrat Parti iktidarına karşı olan herkesin komünistlikle ve Moskova’nın ya da Sovyet Hükümetinin hizmetine girmekle suçlaması yaygın bir uygulama olarak yaşanmaktadır.
Dünyanın ve Türkiye’nin böylesine baskıcı ve puslu bir ortamı yaşadığı sırada, Nâzım Hikmet Moskova’dadır. DP hükümetine karşı yoğun bir faaliyet içerisindedir.