ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER

24 EYLÜL 1945

 

En güzel deniz :
                        henüz gidilmemiş olandır.
En güzel çocuk :
                         henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
                                 henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
                         henüz söylememiş olduğum sözdür.

AÇLIK GREVİNİN BEŞİNCİ GÜNÜNDE

 

Kardeşlerim,
Demek istediklerimi doğru dürüst diyemiyorsam
Kusura bakmayın kardeşlerim,
Azıcık sarhoş gibiyim, birazcık dönüyor kafam,
           Rakıdan değil
           Açlıktan hafif tertip.

Kardeşlerim,
Avrupa’dakiler, Asya’dakiler, Amerika’dakiler,
Ben, hapiste açlık grevinde değil de
          Bir kırda yatıyor gibiyim bu Mayıs ayında geceleyin.
          Ve gözleriniz ışıl ışıl yıldızlar gibi başucumda;
Ve elleriniz tek bir el
       Anamın eli gibi
       Yârimin eli gibi
       Memed’in eli gibi
          Hayatın eli gibi avucumda.

Kardeşlerim,
Zaten beni hiçbir zaman bir başıma bırakmadınız,
Hem sade beni değil
         Memleketimi ve halkımı da.
Sizinkileri benim sevdiğim kadar
          Siz de benimkileri seviyorsunuz diye
       Sağ olun kardeşlerim, teşekkür ederim.

Kardeşlerim,
Ölmeğe niyetim yok.
Kardeşlerim,
Biliyorum,
 Yine de yaşamakta devam edeceğim yanı başınızda :
Aragon’un mısraında olacağım
 - gelecek güzel günleri anlatan her mısraında -
   ve beyaz güvercinde Picasso’nun
        ve Robeson’un türkülerinde
   ve asıl
        ve en güzeli :
Marsilya dok işçilerinden yoldaşımın muzaffer gülüşünde olacağım.

Kardeşlerim,
Dolu dizgin bahtiyarım doğrusu.

 

Mayıs 1950

BİR İDDİA

 

Leonardo nâm
Nakkaşı dehrin
Meşhur Jokondu
Rahı firâre.
Ve firarîden
Boşalan yere
Taklidi kondu.

İşbû risaleyi
Tastir eden şair
Çok şeyler biliyor
Hakikî Jokondun
Encamına dair

Ol fettan âhu
Bir yar severdi:
Bir Çinli âdem
ismiii Sİ-YÂ-Û
Gözleri badem
sözleriii şirin.
Bu yarin peşine
takılmıştır Jakond
bir Çin beldesinde
yakılmıştır Jakond

Ben Nâzım Hikmet
râkımülhuruf
işbu hususta
düşmanaaa dosta
çekip yürekten
günde beş növbet
yuf üstüne yuf
idda ediyorum,
isbat edeceğim;
isbat edemezsem
sahni suhanden
yıkılıp gideceğim.

BUGÜN PAZAR

Bugün pazar.

Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.

Ve ben ömrümdü ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak

        bu kadar mavi

        bu kadar geniş olduğuna şaşarak

       kımıldamadan durdum.

 

Sonra saygıyla toprağa oturdum,

dayadım sırtımı duvara.

Bu anda ne düşmek dalgalara,

bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.

Toprak, güneş ve ben

 

Bahtiyarım…

DAVET

“Dörtnala gelip Uzak Asya’ dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
                                  bu memleket bizim.

 

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
                                 bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
                                 bu davet bizim…

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
                                 bu hasret bizim…”

DON KİŞOT

Ölümsüz gençliğin şövalyesi
                                        ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,
bir Temmuz sabahı fethine çıktı
        güzelin, doğrunun ve haklının:
önünde, şirret, aptal devleriyle dünya,
   altında mahzun, fakat kahraman Rosinant’ı.

 

Bilirim,
hele bir düşmeyegör hasretin hâlisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot’um benim yolu yok,
yeldeğirmenleriyle dövüşülecek.

Haklısın,
elbette senin Dülsinya’ndır en güzel kadını yeryüzünün,
sen, elbette bezirgânların suratına haykıracaksın bunu,
alaşağı edecekler seni
bir temiz pataklayacaklar.
Fakat, sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devâm edeceksin
      ağır, demir kabuğunun içinde
ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek...       


                                                                        1947

MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN
VE HANIMELLERİ

 

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
           bahçesinde ebruliii
          hanımeli
            açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
    hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
    çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
        hanımeli
        açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
 yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! Deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
           hanımeli
           açan eve.
Şimdi
anlıyor ki mavi gözlü dev,

Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
    hanımeli
            açan ev…

RÜBAİLERDEN

BİRİNCİ BÖLÜM

7

Bu bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin kokusu, bu mehtaplı gece 
pırıldamakta devâmedecek ben basıp gidince de, 
çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da bana bağlı olmadan vardı 
ve bende bu aslın sureti çıktı sadece... 
 

8

“— Paydos...” — diyecek bize bir gün tabiat anamız, — 
                  “gülmek, ağlamak bitti çocuğum...” 
Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak : 
                   görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat... 
 

9

Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha, 
güzelim dünya elvedâ, 
ve merhaba 
                  k â i n a t . . . 

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

1

İnsan 

ya hayrandır sana, ya düşman. 
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun 
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan... 

SOFYA'DAN


Sofya’ya bir bahar günü girdim, şekerim.
Ihlamur kokuyor doğduğun şahir.

Dünyayı sensiz dolaşıyorum,
Böyleymiş kaderim,
Elden ne gelir…

Sofya’da ağaç duvardan önce, duvardan güzel.
Sofya’da ağaçla insan karışmış birbirine,
           Hele kavak,
           Nerdeyse odaya girip
           Kırmızı kilime oturacak…

Sofya şehri, büyük mü?
Şehirler, gülüm, caddeleriyle değil,
Anıtını diktiği şairleriyle büyük oluyor,
          Sofya büyük bir şehir…

Burada akşam deyince dökülüyor sokağa millet,
Çoluğu çocuğu, genci ihtiyarı,
Bir gülüşme, bir uğultu, bir gürültü, bir kıyamet,
       Bir aşağı, bir yukarı,
    Yan yana, kol kola, el ele…

İstanbul’da da Şehzadebaşı’nda ramazan geceleri
- Sen o devre yetişmedin Münevver -
       piyasa edilirdi tıpkı böyle.
Yok… Geçti o geceler…
Şimdi İstanbul’da olsam
     Aklıma mı gelirdi onları aramak?
Ama İstanbul’dan uzak
     Her şeyini arıyorum.
Üsküdar Cezaevi’nin görüşme yerini bile…

Sofya’ya bir bahar günü girdim, şekerim.
Ihlamur kokuyor doğduğun şehir.
Bilmediğin gibi ağırladı beni hemşerilerin.
Doğduğun şehir kardeş evim bugün.
Ama kendi evin kardeş evinde bile unutulmuyor.

Şu gurbetlik zor zanaat zor…

24 Mayıs 1957, Varna

STRONSİUM 90

 

Acayipleşti havalar,
bir güneş, bir yağmur, bir kar.
Atom bombası denemelerinden diyorlar.

Stronsium 90 yağıyormuş
     ota, süte, ete,
     umuda, hürriyete,
     kapısını çaldığımız büyük hasrete.

Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm.
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,
ya dünyamıza inecek ölüm.

 

6 Mart 1958, Varşova -Şvider

YATAR BURSA KALESİNDE

 

Sevdalınız komünisttir,
on yıldan beri hapistir,
yatar Bursa kalesinde.

Hapis ammâ, zincirini kırmış yatar,
en âlâ bir mertebeye ermiş yatar,
yatar Bursa kalesinde.

Memleket toprağındadır kökü,

Bedreddin gibi taşır yükü,

yatar Bursa kalesinde.

Yüreği delinip batmadan,

şarkısı tükenip bitmeden, 

cennetini kaybetmeden,

yatar Bursa kalesinde.

 

1947

En Üste